Bizim anlatacağımız boğazda yalıda oturan paşa dede anılarımız yoktur. Ancak anlatacağımız adam gibi adamların hikâyeleri ise çoktur. Bunlardan birisi, “Hocaların Ahmat” lakabı ile anılan Ahmet CANKURT’dur. Bozkır Dere Köyde eskilerden bilmeyen yoktur.
..............
Babasının adı Hocaların Ali’dir. Hocaların Ali evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal, Dere’liler Sülek ovasını ekerken, Dibektaş Yaylasında Manavgat Kirten Süleğinden bir kıza aşık olur. Yörük obasından kız kaçırmak mangal gibi yürek ister. O mangal gibi yürekte bu Hocaların Ali’de Allah vergisidir. Yörük obasının Hammasını (Fatma) tuttuğu gibi kolundan, Cilahana Ormanına doğru kaçırır. Çıra Yoluna aşarak Osman oluklarının buz gibi sularını içerler ve Kozlu Obasından Diklitaş Yaylasına girerler. Tez yaylada duyulur, Öte Mahalleden Belen’e, Bok Goyağından, Keş Deliğinden Killiğe, Çokalardan Kurbağılığa, Porsuktan Emineler Oluğuna, Kozlu Obasından, Kayturun Tarlasına yayılıverir Hocaların Ali’nin yörük kızını kaçırması haberi.
-Gız gomşu duydun mu? Hocaların Alı gız gaçırmış.
-Üle kimin gızını gaçırmış? Gara yere gelmeyesice.
-Ne bileyin ay cice, sülekten dutmuş gelmiş derler.
-Gız bu oğlan geçende, filanın gızıyla çirpiye gittiydi ya!
-Aman sen de! gasbannek, ona galırsan, geçene sene güzünde felanın gızıylan gevene gettiydi.
Üle bak sen gara yere gelesiceye, devre dönesiceye.......
-Gız bu oğlanda şeytan tüyümü var ay cice.....
............
Yaylada bir nefes aldıktan sonra Deve Düzünden ladin ve meşe ağaçlarının arasından Heseli’ye (İsalı), sırasıyla Aşağı Sorkun, Bavlas, Gırcalıların (Kırca Ali) evi, Yarık Kaya, Başköprü, Deliktaş, Kızılyokuş güzergahından susam kokulu değirmenlerin arasından Dalamaz’a Coşkun Oluğa ulaşırlar.
Dere’nin yeni gelini, yörük kızının adı Fatma’dır. Yörük obasındaki adı da Hamma’dır. Derken Dere’de herkes yeni geline “Yörük Gızı” demeye başlarlar. Yörük kızının anası biricik kızı Hammasının ardına düşer, akıbetini araştırır. Kızını arayıp sormak için Dereköyün alt başından üst başına gizlice gelir, tanıdıklarına Hocaların Ali’yi sorar.
-Bu hocaların Ali kimdir? Neyin nesidir?
Araştırır. Kime sorup soruştur duysa, herkes Hocaların Ali’yi överler, yere göğe sığdırılamazlar. Yörük Kızının anası da, kızını bir yiğidin kaçırmasını öğrendikten sonra çekip gider çaresiz yaylasına, Yörük obasına.
Derken çocukları olur ardın sıra, Osman, Ali, Ayşe, Ahmet, Hasan Hüseyin adlarını koyarlar çocuklarına. Ayşe olanı benim anneannemdir (ebemdir). Onun da lakabı Hocaların Ayşe idi. Dalamaz mahallesinde, Coşkun Oluk civarında, Yaka Yolağında ki bir çok çocuğunda ebesidir. Hayatı bir çok zorluklarla geçmiştir. Geçim sıkıntısı, 6 çocuğunu, dağdan odun kestiği odunları Bozkır’da satarak büyütmüştür. 25 Ekim 2011 tarihinde 0 da sessiz sedasız cennete kaçtı.
Osman 1983 yılında, Yörük Kızı ebemiz de 1983 yılında altı ay ara ile cennete kaçtılar. Ahmet (Karadağlı) 1988 yılında ansızın bir cuma günü pazar yerinde kalp krizinden dağ gibi adam, o da onların arkasından cennete kaçtı. Şimdi ebedi istirahatgahlarında bakıp dururlar kel bağdan yoldan geçenlere, hocaların pınarının buz gibi suyundan içenlere....
Ali Cankurt, Dere’de yaşıyor. Lakabı Hocaların Kel Alı. Hasan Hüseyin ise halen Konya’da Cumhuriyet Mahallesinde yaşıyor. Bu sülalenin, yani Hocalar Sülalesinin çocuklarını, torunları saymaya mürekkep yetmez. Benim de uykum geldi zaten.
Bizim konumuz KARADAĞLI;
Ben Ahmet dayı olarak tanıdım kendisini. Annemin öz dayısıdır. Ama annemizin dayı dediklerini bizde dayı bildik hep, öz dayı olarak gördük. Ahmet dayı ayrı bir adamdı. Köyde yaşadığım süre hatırladığım kadarıyla, ara sıra köye gelirdi. Karayollarında veya Köy Hizmetlerinde İşçi olarak çalıştığı için ömrü şantiyelerde ve uzak diyarlarda geçerdi genellikle. Ama kışın genellikle hep evde olurdu. Ava giderdi ara sıra. Galiba muvakkat (mevsimlik) işçiydi.
Köye her geliş bayram olurdu. Çocukları çok severdi. Yukarıda Allah var bir çocuğa kızdığı görülmemiştir. Aksine küçük hediyelerle hep çocukları sevindirirdi. Köyde yokluk vardı o zamanlar. Biz de yetimdik. Bize daha bir cana yakın davranırdı, hissederdik sıcacık sevgisini.
İlk teyp kasetini onda gördük, İlk Ali Ercan türküsünü, Bedia Akartürk, Rıza Konyalı’nın türküsünü onun köşünde dinledik. ilk tek kırma av tüfeğini, ilk çifteyi, ilk tavşan pilavını onun evinde yedik, ilk Arabaşı çorbasını onun hamuruna katık ettik. İlk kurşunu onun tüfeğiyle sıktık.
Ve ilk tabancayı onda gördük, ilk kapcık (tabanca fişeği) doldurulmasını, ilk barutu onun evinde kokladık. Yani anlayacağınız ilklerin adamıydı Karadağlı dayımız. Mert adamdı, sözünden dönmezdi. Namertler ondan korkardı. Nerede bir haksızlık görse, karşısına çıkar dağ gibiydi. Adaletin yeryüzündeki adıydı. Kendisi zarar göreceğini bilse de, asla hak ve haklıdan vazgeçmezdi.
Onun evi tüm sülalenin buluşma yeriydi. Bütün herkes onun evinde toplanırdı bayramları. Yörük Kızı ebemiz de onun evinde bir oda da kalırdı. Kadınlar ekmek eylerlerdi (pişirirler). Bize de sıcacık keşli ekmek, yumurtalı ekmek, şekerli ekmek, tahinli ekmek’ten yaparlardı. Mis gibi yayla tere yağını sürdülermiydi keşli ekmeğe (gözleme), kokusu Cin Oluktan duyulurdu tereyağının.
Yörük Kızı ebeyi hayal meyal hatırlarım. Her okuldan dönüşümüzde köşden (balkondan) bizi çağırır, hocaların pınarından kırmızı Sofran boducuna (testisi) su doldur turdu. Karşılığında bizlere kesme şeker (çay şekeri) veya sorma şeker hediye olarak verirdi. Ya da bir tasa pekmez doldurur bize ikram ederdi. Bizde yufka ekmeği mis kokulu pekmeze banarak bir güzel yerdik. Bize şeker vermek için mi? Yoksa hakikaten su ihtiyacı olduğu için mi su doldur turdu şimdi şimdi anlıyorum. Çünkü çoğuz zaman dolu kapları boşaltır bize su doldurmamız için verirdi. Beş vakit namazını hep kılmış, bir vakit namazını bile hiç kaçırmamıştı ömür boyunca.
Bu üç günlük dünyada en sevdiği şey taze buz gibi pınar suyunu içmekti. Her testisini doldurduğumuz da; “Hacı Süleyman olasın, Hacı Ahmet Olasın, çifter çifter nasibiniz olsun” diye dua ederdi. Bazen de acızlanır (sitem eder), “oğlum üç gün yatak, üçüncü gün toprak, Allah el , ayak muhtacı etmesin, Allah yataklara düşürmesin, kimseye muhtaç etmesin” diye dua ederdi.
Ve duaları kabul oldu üç gün yattı, üçüncü gün ruhunu teslim etti. Çocuktum hatırlarım, kadınlar başına toplanmış dua ediyorlardı. Ayşe Anam (anneannem) “anam sekarette” demişti başucunda dua ederken. Sekaretin ölümden önceki en son an olduğunu da sonradan öğrenmiştim. Yörük Kızı ebenin defini için kazanlar kaynatıldı, kadınlar tarafından cenazesi yıkandı. Biz çocuklar tüm bu olan biten merasimi uzaktan izledik. Sonra Cenazesini hazırlayanlardan öğrendik. Derlerdi ki; “cennet kokusu var” kefenlerken yörük ebeyi “herkes bu kokuyu duydu” derlerdi. Yörük ebemiz ölünce hepimiz öksüz kaldık.
Karadağlı dayımız hısım akrabaya düşkündü. Annesinin Manavgat’ta bulunun tüm akrabalarını bulur, onlarla tanışırdı. Hatta Adana’da bulunan Ali dayısının izini bulmuştu. Ali dayı seferberlikte Adana’da kalmış, oraya yerleşmişti. Karadağlı, Adana’dan Mersin’e, Mersin’den Manavgat’a tüm Akdeniz çanağındaki yörük akrabalarla tanışmış, bugün halen görüşmeyi sürdüren akrabaların ilk bağlantısıdır, networkudur.
Karadağlı akrabalar içinde candı. Her yaz tüm akrabaları evinde toplar, Dikilitaş Yaylasında, Soğuk Pınar’da bir Teke’nin etinden yapılan etli bulgur pilavında bir araya getirirdi.
Yaz ayına denk gelen bayramlarda Çıra Yoluna yayan aşan tüm akraba yörük obalarına doğru çoluk-çocuk, kadınlı-kızlı bir kervan oluştururdu. Tüfek atarak, nişan dikerek yolculuk yapılır, Çalbalı Yalak, Dibektaş ve Sülek Yaylalarına yörük kızı ebenin akrabaları ziyaret edilirdi.
Burada Kör Yusuf, Topal Dayı, Topal Dayının oğlu Hüseyin, İsmet Dayılar ziyaret edilir, birer kuzuda onlar yatırırdı ziyaretin şerefine. Koyun yoğurtları yenilir, buz gibi sular içilir, çam kokulu tertemiz havalar ciğerlere doldurulur. Büyükler özellikle de Karadağlı bizleri akraba yörük çocuklarıyla güreşe tuttururlardı. O ziyaretler tarihin sarı sayfalarında bir hoş bir seda olarak kaldı.
Karadağlı dayımız vefalı adamdı vesselam. Anacığı Yörük Kızı ebemizi elli iki sene sonra köyüne götürmüştü. Yörük Kızı ebemiz Antalya, Manavgat Kirten Süleğini (Ulukapı) köyünü bilememiş, evini bulamamıştı. Karadağlı hep gülerek anlatırdı.
Elli iki sene dile kolay hiç insan gitmez mi Köyüne? Gitmemiş. Özlem ve hasreti sürmüş yıllarca Yörük Gızı ebemizin. Sevabını Karadağlı Dayımız almış. Yörük ebenin gitmeme sebebi yokluktan, yoksulluktan mütevelli olabilir. Ama tüm akrabaları Manavgat sahilinden, Toros Dağlarının zirvesindeki yaylalarına yazın göçtüğü için burada görüşüp hasret gidermesi de köyüne gitmemesinin bir sebebi olabilir.
Karadağlı dayımız siyaseti de severdi. İyi bir Türkeşçi, iyi bir MHP’liydi. Bizimde daha çocukken damarlarımıza MHP’yi o işledi herhalde. Küçükken hatırlarım sırf Karadağlının hatırına anneannem ve annem MHP’ye oy verdiklerini söylerler, “Dayımızın hatırı var” derlerdi. Gözümüz üç hilalden başkasını görmüyor. Ondan örendik MHP’yi, Atı, avradı, silahı. Ondan öğrendik dava uğruna mahpus yatmayı.
Eyi adamdı Karadağlı dayımız, mert adamdı, adam gibi adamdı. Adamlığın kitabını yazan adamdı. Gurbette duydum öldüğünü. İstanbul’daydım, ekmek kavgasındaydım öldüğünde. Bugün de halen kavga devam ediyor. Mezarı Dere Mahallesinde Kel Bağda meftun. Anası Yörük Kızı Fatma CANKURT, Kardeşi Hocaların Ayşe (Ayşe TUĞAY) Babası Ali CANKURT yan yana yatıyorlar. Nur İçinde yatsınlar.
Demem o ki; Bu insanlar, bu iyi insanlar, bu güzel insanlar o iyi atlara binip gittiler.
Bizlere de o küçük hatıralarımızda güzel anılar bıraktılar.
YERYÜZÜNDE YER BEĞEN, NEREYE DİKİLMEK İSTERSEN ORAYA DİKEYİM